Sabahın ilk ışıkları vurmuştu perdeme. Özlemleri sırtlanmış. Seni özlüyordum. Seni düşünüyordum. Gözlerim yaşlı, anlamsız gibi gelen ama, gittikçe dimağımı saran bir duyguydu bu AŞKKK. Nasıl kapılmıştım sana bilmiyordum ama sarmıştın içimi, alev alev. Yorgun ve bitkindim. Omuzlarımda sanki bütün dünyanın yükü vardı. Aşk işte! Kalbimden vurulmuştum. Kahvaltı bile etmeden, Ankara’nın kuru soğuk, puslu havasında işe gidiyorum. Caddelere, sokaklara sığmıyordum. Her yer dar geliyordu bana. Ta ki! Senin iş yerinin olduğu sokağa girene kadar. ikinci katta bulunan iş yerinin camında yine o şarkı çalıyordu. Umutlarımı bahara çeviren bir şarkıydı bu. Sana baktım camda yoktun. Tam pasajın önüne geldim geçiyordum ki! Bir elin omuzuna dokunduğunu fark ettim. Geriye döndüm ve karşımda görünce dilim tutulmuştu. Konuşamamıştım seninle. Ve sen, bana doğru gülümseyerek
- Kime baktın yukarıya. Hangi kıza baktın deyince.
O an beynimden vurulmuşa dönüp, sana cevap vermeden gitmiştim. Aslında aradığım kişi sendin, baktığım o güzel kız sendin. Anlamamıştın o gün sana duygularımı, hani benden birkaç yaş büyüksün ya! Sonra bir de arkana dönüp orada ki esnafa;
- Ne oldu buna yine bir havalarda dedin ya!
Çıldırmıştım; çalıştığım iş yerine koşar adımlarla çıktım ve hırsla tezgahımı başına geçip çalışıyordum. Öğle paydosu olmuştu. Yine seni görme arzusu vardı içimde. Patronum huysuz biri olduğu için öğlen yemeği çıkmıyordu, iş yerinde. Gerçi biz 8 kişiydik ama yinede yemek çıkması lazımdı. Ancak yemek çıkmadığına o kadar seviniyordum ki! Çünkü sen bizim işçilere de iş yerinde yemek veriyordun. O huysuz adamla da, konuşup yemek maliyetini alıyormuşsun. Diğer esnaflarda bu yüzden o huysuz adama baskı yapmışlar zaten. Ama eminim ki! O parasını vermese de, sen yemeği bize ücretsiz verirdin. O kadar iyi kalpliydin ki! Yanında çalışanlar da seni çok seviyorlardı. Neyse o gün, öğlen yemeğine gelmiştim. Sen de işçilerin arasında yemek yiyordun. Her seferinde de farklı bir masaya gelir onlarla muhabbet eder gülümserdin. Herkese pozitif enerji olurdun. O gün benim yemek yediğim masaya geldin. Veee bana
- Ne Bu havalar sabah sabah
Başımı öne eğip sesimi bile çıkaramamıştım senin, konuşmalarını dinliyor; arada seni gizlice izliyordum. Mimiklerin tavırları gülümsemelerin insanlara dostane yakınlığın o kadar güzeldin ki! Senin konuşmalarını dinlerken işe 10 dakika geç kalmıştım. Bunun üzerine patronum esip yağmıştı. EEE bende rest çekip çıkmıştım kapıya. Seslerimizi duyan esnaf, patronumun böyle küçük bir şey için; sertliğine anlam vermemişti. Sokaktan geçerken seni pencerede gördüm.Sen var ya sen. O kadar ince ve narindin ki! Olayı da hemen anlamıştın ve bana.
- Buraya gelir misin? Deyince
İçimdeki bütün stres gitmişti. Yukarı çıktım, bana ne oldu. dedin. Sesimi çıkaramamıştım. Sonra
- Seni kovdu demi o huysuz adam. (bunun üzerine başımı yere eğince ) Yarın burada işe başlıyorsun dedin. (Sesimi çıkaramadım. ve sen ) Tamam mı? Ne diyorsun konuşsana deyince. (Başımı hafifçe salladım.) Hay ALLAH! Konuşmuyorsun yine iyi hadi bakalım. Konuşma bakalım. sen şimdi git evine yarın gelirsin dedin
Ama ben hemen etrafta çalışmaya başlamıştım bile. Senin bir dediğini iki yapmamalıydım artık. Öyle çalışıyordum ki! İki kişilik emek harcıyor akşamları kendimi eve zor atıyordum. Gecelerime de seni koyup sabahlara kadar düşünürken, yorgunluğuma yenik düşüp; uyuyordum Sende bu davranışımı takdirle karşılayıp benim en çok arzuladığım şeyi yapıyordun. Her öğlen yemeğinde; bir masaya konuk olduktan sonra benim yemek yediğim masama da gelip; sohbet ediyordun. Arada bana bir iki laf atıyordun ama ben her zaman ki gibi susuyordum. Her sabah gelirken o masanda ki teypte hep aynı müzik çalıyordu. Bende o müziği ikimizin müziği ilan etmiştim. İş yerinde şef olmuş senin yardımcındım artık. Artık her masaya beraber gidiyorduk öğlenleri. Her zaman ki gibi sen konuşuyor ben ise susuyordum. Ama o kadar mutluydum ki! Senin konuşmanı sonsuza kadar dinleyebilirdim. Karar vermiştim o gün sana açılacaktım. Seni sevdiğimi söyleyecektim. Elime bahçemden aldığım bir papatyayı çalışma masama koymuştum. Akşam herkes gidince, söyleyecektim. O kadar mutluydum ki! Belki senin gibi varlıklı değildim ama kendimi sana ispat etmiştim. Hangi işe gitsem beni, yüksek ücretle işe alırlardı. Ancak ben zaten senin yanında mutlu mesut çalışıyordum. O gün geçmek bilmedi. Akşam oldu ve herkes gitmişti. Sen masaya eğilmiş bakarken çekmeceden bir zarf çıkardın ve. Bana baktın ve benim idam fermanımı uzattı. Ve bana bakarak,
- Bu hafta nişanım var gelir misin? Dedin.
Aklım başımdan gitmişti. Beynimden kaynar sular dökülmüştü. Seni sevdiğimi haykıracakken, aşkım boğazıma düğümlenmişti. Sustum yine sana. Sen masanın çekmecesine doğru bakarken, elimdeki papatyayı masasının üstüne koydum ve çıktım. Çıkış o çıkış tabi ki! Bir daha o mahalleye uğramadım hatta Ankara’ya adımımı bile atmıyorum artık. Kırlaşmış saçlarımla hayata küsmüşüm yıllarca. Ankara’ya küsmüşüm. Bir tek sana küsmedim bu hayatta biliyor musun? Evlenmedim ve hala seni özlüyorum Hani o masanda çalan şarkı var ya! Onu dinliyorum hep. Hayallerimde seni o pencerede bana bakarken görüyorum. Haberini alıyorum. Sana aşık olduğumu önceden sende biliyor muşsun ama ailen o adamı istedi diye onunla evlenmişsin. Hala o şarkıyı dinliyor muşsun sende. Unutmadan söyleyeyim. O papatyayı hala saklıyormuşsun. Oturduğun villanın bahçesinde papatyalar varmış. Çocuğunuz yokmuş. Ve sen o papatyaları seviyor muşsun her zaman. Sana karşı hala susuyorum sana hiç bir kelime söylemedim ama söyleseydim
Seni çok seviyorum papatyam derdim.